Lalapaşa Haber Sitesi

Haber Takip Merkezi – Güncel ve Tarafsız Haber Sitesi – Ülkenin Nabzını Tutan Site

Çanakkale: Savaşın Akışını Değiştiren Nokta

İtilaf Devletleri Çanakkale'yi geçseydi savaşın gidişi değişebilirdi. Osmanlı'nın savaştan çekilme riski vardı.

“`html

Çanakkale Boğazı’nın Geçilmesi: Bir Dönüm Noktası

İtilaf Devletleri, Çanakkale Boğazı’nı geçebilseydi, Birinci Dünya Savaşı’nın seyrinde ne tür değişimler yaşanabilirdi?

Uzmanlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşın dışında kalabilir ve İtilaf Devletleri’nin Batı Cephesi’ne yoğunlaşabileceği öngörüsünde bulunuyor. Hatta, bu senaryo altında Rusya’da bir devrim patlak vermeyebilir, Sovyetler Birliği de hiç kurulmayabilirdi.

Fakat Çanakkale, geçilemedi.

Peki, Osmanlı’yı kolayca mağlup edeceğine ve askerlerinin savaşmadan çekileceğine inanan İngiltere, nerede yanlış yaptı?

BBC Türkçe‘ye açıklamalarda bulunan New South Wales Üniversitesi tarihi bilimleri uzmanı Mesut Uyar, Gelibolu muharebesine giden süreçte yaşananları şöyle özetliyor:

“Alman ordusu, Batı cephesinde Belçika’nın neredeyse tamamını ve Fransa’nın doğusunu işgal etti; Doğu cephesinde ise Rusya’nın o dönemdeki parçası olan Polonya’yı büyük ölçüde ele geçirdi fakat savaşı sonlandıramadı.”

Bu durum, İngiliz siyasi ve askeri liderlerini savaşın hızla sona ermesi için yeni stratejiler geliştirmeye yöneltti.

O dönem Donanma Bakanı olan Winston Churchill ve bazı liderler, Almanya yerine “ittifakın en zayıf halkası” olarak görülen Osmanlı İmparatorluğu’nu hedef almayı tartışmaya başladılar.

Çanakkale Stratejisi Nasıldı?

Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında, hem İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa ve Rusya) hem de İttifak Devletleri (Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu) savaşın kanlı geçeceği, ancak kısa sürede sona ereceğini düşünüyordu.

BBC Türkçe‘ye yorum yapan Londra İmparatorluk Savaş Müzeleri’nden tarihçi Alan Wakefield, o dönem Rusya’nın ciddi bir baskı altına girdiğini belirtiyor.

Rus buğdayının İngiltere ve Fransa’ya ulaşması, karşılığında silah ve mühimmat tedariki sağlanması adına büyük önem taşıyordu ve bu sürecin yalnızca Karadeniz üzerinden gerçekleşmesi mümkün olabilirdi.

Bu durum, İtilaf Devletleri’nin Osmanlı’nın savaş dışı bırakılması gerektiği fikrini güçlendirdi. Balkanlar’da, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya o dönemde tarafsız kalmıştı; Osmanlı ile de iyi ilişkileri yoktu.

İtilaf Devletleri, Osmanlı’nın çatışmadan çekilmesi nedeniyle yeni müttefikler edinerek güneyden bir saldırı yoluyla savaşı sona erdirebileceğine inanıyordu.

Çanakkale Boğazı’ndan geçiş ve başkent İstanbul’a ulaşmak, en çok destek gören planlardan biriydi.

Uyar, “Donanma başkente yaklaşınca, halk isyan eder, yönetim değişir ve Osmanlı teslim olur; böylece her şey sonuçlanır” düşüncesinin öne çıktığını kaydediyor.

Osmanlı Nasıl Savaş Dışı Kalırdı?

Wakefield, Osmanlı’ya saldırma fikrinin ortada olduğu dönemde, İngiliz ordusunun sayıca oldukça az olduğunu ve başka bir kara harekâtı için yeterli kaynaklarının bulunmadığını ifade ediyor.

Ancak İngiliz Donanması son derece büyük ve güçlüydü, bu nedenle plan yalnızca deniz kuvvetlerinin kullanımı ile Çanakkale’yi geçmek adına hazırlanmıştı.

Modern savaş gemilerine, Almanya’ya karşı Kuzey’de ihtiyaç vardı; bu yüzden Çanakkale’ye çoğunlukla eski ve demode zırhlılar gönderilmişti.

Aslında, bu modern gemilerin görevi olmayacağı ve hızlıca boğazdan geçileceği varsayılıyordu. Uyar, “Herkesin zihninde belirli bir Osmanlı ordusu imajı var; bu da Osmanlı ordusunun 1912-13’te zayıf Balkan devletlerine karşı yaşadığı hezimetlerden etkileniyordu.” diyor ve ekliyor:

“O eski gemiler, ciddi bir ateş gücüne sahipti. Ayrıca, Çanakkale’deki Osmanlı topçularının menzilinden çok daha uzak mesafelere vurabiliyorlardı.”

Boğaz, Mayınlarla Dolu İdi

İngiliz ve Fransız saldırısı, Şubat 1915’te Çanakkale Boğazı’nın girişinde gerçekleşen bir haftalık başarılı bombardımanla başlamıştı.

Boğazın her iki tarafında yoğun topçu ateşi ile karşılaştılar, fakat daha büyük bir sorun vardı: Mayınlar.

1911’deki Trablusgarp Savaşı’nda İtalyan donanmasının tehdidi ve Balkan Savaşları’ndaki Yunan donanması tehditleri, Osmanlı subaylarını Çanakkale Boğazı’nı koruma planları yapmaya sevk etmişti.

Boğaz, mayınlarla doluydu. Uyar, İtilaf Devletleri’nin donanması Çanakkale Boğazı’na geldiğinde mayınları temizlemek için bir strateji geliştiremediklerini belirtiyor.

Mayınları temizlemek amacıyla sivil balıkçı tekneleri görevlendirilmişti. Ancak bu ahşap tekneler, metal gemilere kıyasla mayınlara karşı daha az korunaklıydı.

Üstelik motorları yoktu ve akıntılar son derece güçlüydü; mayın temizleme konusunda deneyimsizdiler ve kendilerini riske atmak istemiyorlardı.

Dolayısıyla, mayınlar yeterince temizlenemedi. Uyar, “18 Mart’ta hâlâ mayınlar temizlenmemişken, boğaza girip ağır zayiat verdiler.” diyor.

Nusret Mayın Gemisi ve Kritik Fark

İtilaf Devletleri, mayın döşeli bir alana doğru harekete geçtiklerini bildikleri halde neden ilerlediler? Wakefield, Osmanlı’nın onların geldiğini bildiğini ve fazla gecikmemeleri gerektiğini vurguluyor.

“Ayrıca, mayınların olduğu bir bölgeye yöneldiler.” şeklinde açıklama yapıyor.

İşte burada Nusret devreye giriyor. Mayın döşeyen teknelere sonradan katılan Nusret mayın gemisi, önemli bir etki yaratmıştı.

Boğazdaki 11 hat mayın, boğazı kapatacak şekilde ve paralel olarak döşenmişti. Uyar, karadaki subayların yönlendirmesiyle Nusret’in, Karanlık Liman’a dikey bir mayın hattı döşediğini aktarıyor.

Zira, subaylar 18 Mart öncesinde İtilaf Devletleri gemilerinin burada dönüş manevrası yaptığını gözlemlemişti.

Nitekim, 18 Mart’ta ilk olarak Çanakkale Boğazı’na giren Fransız gemileri, Karanlık Liman’dan dönüş yaparken mayına denk geldiler.

İlk olarak iki Fransız gemisi mayına çarparak battı. Ardından, bir İngiliz gemisi ile ona yardım etmeye çalışan başka bir gemi de mayına çarparak geri çekilmek zorunda kaldılar.

Denizden tekrar bir saldırı yapılması gündeme gelse de bu gerçekleşmedi ve bir kara harekâtı ile deniz kuvvetlerinin boğazdan geçmesi için alan açılması kararlaştırıldı.

Ve 18 Mart’ta Çanakkale hala geçilemedi.

‘İngiliz Komutanlar Tereddütlü, Türkler Kahramanca Savundu’

Uyar, “O dönemdeki aristokratik yapı içerisinde Osmanlı dahil doğu halkları oldukça aşağı görüldü.” diyor. Bu durum, donanma başarısız olunca İngiltere’nin prestijini korumak için kara harekâtı fikrinin ortaya çıkmasına yol açtı.

Kara harekâtındaki en büyük zorluk ise planlamanın yokluğu ve daha önce yapılmamış, büyük çaplı bir kara-donanma saldırısı olmasıydı.

İngiliz ordusu bu harekât için yeterince büyük değildi. Avustralya ve Yeni Zelanda birlikleri Mısır’dan bölgeye sevk edilmişti; Hindistan’dan askerler transfer edildi. Fransızların Afrika’daki birlikleri de çağrıldı.

Wakefield, böyle bir çıkarma için askerlerin ve donanmanın uygun donanıma ve eğitime sahip olmadığını vurguluyor:

“Türk ordusunun savunma yeteneğini kesinlikle küçümsüyorlardı; bu çok ciddi bir sorun.” şeklinde ekliyor.

Gelen gemiler arasında, çıkartma gemileri bulunmuyordu; çıkarma işlemi, kürekle çekilen ahşap tekneler üzerinden yapılıyordu.

Uyar, “Büyük çaplı bir birlik denizden karaya çıkarılacak ve karada ciddi bir savunmaya bekleniyordu.” derken, ekliyor:

“Ve bunu, [çıkartmayı] derme çatma güçlerle, rastgele toplanmış generallerle yapmayı planlıyorlardı.”

Bu Türkiye için de bir ilkti; ancak burası vatan savunmasıydı ve başında tecrübeli komutanlar bulunuyordu.

Wakefield, “İngiliz tarafında az birlik, yetersiz silah, kötü iletişim kanalları ve kararsız komutanlar vardı. Sayıca az Türk tarafında ise kahramanca bir savunma sergilendi.” diyor.

Kırım Savaşı’nın Dersleri

İtilaf Devletleri komuta heyetinin bölgenin coğrafyası hakkında yeterince bilgi sahibi olmaması da bir diğer önemli sorundu. Uyar, 1853’te Kırım Savaşı sırasında Rusların Trakya’yı ele geçirmesi dolayısıyla İngilizlerin Gelibolu’ya çıkarma yapma ihtimalini değerlendirdiğini açıklıyor:

  • “Gelibolu yarımadasının nerelerine çıkarma yapılabilir? Haritalar hazırlanmıştı; lojistik hesaplamaları yapılmıştı. Ancak bunların hepsi arşivdeydi.”

Bu bilgi eksikliği nedeniyle; 25 Nisan 1915’te gerçekleşen kara harekâtı başarısız olmuş ve İtilaf Devletleri, boğazı karadan da geçemeyeceklerini anlayarak, Aralık 1915 itibarıyla gizlice geri çekilmeye başlamışlardı.

Sekiz ay süresince cephede kalan Mustafa Kemal’in askeri yeteneği, bu kara savaşları esnasında kendini göstermişti; onun ve diğer komutanların önderliğinde Çanakkale Boğazı’ın geçilmesine engel olunmuştu.

Ocak 1916’ya kadar süren bu savaşta her iki taraf da ağır kayıplar vermiştir. Osmanlı tarafında 166.507 kişi hayatını kaybetmiş, yaralanmış ya da ağır hastalığa yakalanmıştır; bunlardan 1.658’i subaydır.

Geri Çekilme: Harekâtın Tek Başarısı

Wakefield, “İtilaf kuvvetlerinin geri çekilmesi, operasyonun tek başarılı kısmıydı.” diyor.

Çünkü savaş süresince karada verilen ağır kayıplara karşın geri çekilme sırasında büyük bir can kaybı yaşanmamıştır.

Uyar, bunun iki nedeni olduğunu belirtiyor:

  • İtilaf orduları artık karaya dair oldukça şey öğrenmişti ve ahşap kayıklarla çıktıkları Çanakkale’den özel imal edilmiş gemilerle geri çekiliyorlardı.
  • Diğer önemli bir etken ise, savunmadaki Osmanlı askerlerinin artık zafer kazandıklarını bilmesi ve daha fazla savaşmaktan kaçınmalarıydı. “Çünkü hiç kimse, kapanacağı belli olan bir cephede ölen son asker olmak istemiyordu.” şeklinde ekliyor.

Çanakkale yenilgisi Britanya için büyük bir hezimet olmuştu.

“Avrupa’nın hasta adamı” olarak gördükleri Osmanlı’ya karşı beklentilerinin çok altında bir sonuçla karşı karşıya kalmışlardı. Ayrıca, Müslüman bir güç karşısında bu kadar zor durumda kaldıkları gerçeği de dikkat çekiciydi!

Wakefield, bu süreçte Britanya’nın Hindistan gibi İngiliz ve Fransız imparatorluklarındaki Müslümanların isyanı konusundaki korkularının arttığını belirtiyor. Üstelik İngiliz Hint Ordusu’nun yüzde 40’ı Müslümandı.

Gelibolu çıkartmasını destekleyen Savaş Bakanı Herbert Kitchener’ın itibarı ciddi şekilde sarsıldı; Churchill, donanma bakanlığını kaybetti. Başbakan Henry Asquith, partideki koalisyonu kaybettiği gibi, ardından istifaya zorlandı.

Wakefield’a göre, Avustralya ve Yeni Zelanda’da İngiliz egemenliğinin yerine ulusal bağımsızlık fikri güçlenmeye başladı:

“Aynı zamanda, Mustafa Kemal gibi bir komutanın yükselmesiyle modern Türkiye’ye, tam bağımsız bir cumhuriyete doğru önemli adımlar atılmaya başlandı.”

“`